SevgiDerneği. Bu bölümde hafızlık medresemiz ile ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğitim Faaliyetleri. Bu ölümde derneğimizde verilen eğitim faaliyetlerimiz hakkında bilgi öğrenebilirsiniz. Kültürel Faaliyetler. Derneğimizin düzenlediği kültürel faaliyetleri incelemek için
AllahDostlarından Kıssalar İlgili Makaleler. Hüdhüd kuşu. 18 Şubat 2019. Vardır bunda da bir hayır. 23 Kasım 2017. Zira can vermek (sekerâtü'l-mevt) çok zordur. Kişinin ömrünün uzun olması ve Allah'ın insana, tevbe ile kendisine yönelme imkânı vermesi onun için mutluluktur." (Hadisi Şerif-Ibn Hanbel, III, 333)
SonraAllah ilk insan olan Hz. Adem'i yarattı ve meleklere ona secde etmelerini emretti. Melekler Allah'ın emrine gönülden itaat ederek Hz. Adem'e secde ettiler. Ancak meleklerin arasında bulunan ve cinlerden olan İblis, Allah'ın bu emrine başkaldırarak O'na isyankar oldu. Çünkü kendisinin Hz. Adem'den daha üstün olduğuna
Aynınamaz gibi salih bir amel olan infak -malın Allah yolunda harcanması- da, eğer Allah'ın değil de insanların rızası için yapılırsa tüm değerini yitirir. son derece önemlidir. Kuran'da müminlerin arasındaki tesanüd ile ilgili çok sayıda ayet vardır. Bir ayette, müminlerin diğer müminlerle tesanüdlerinin artması
Allahu Teala’nın daha nice sıfatları O (cc) ’nun bu kainatta asıl veren, ikram eden, bağışlayan, nimetiyle nimetlendiren olduğunun delilidir. Kur’an-ı Kerim’de birbiriyle son derece ilgili ve yakın anlamlarda kullanılan üç kavram rahmet, rızık ve nimettir. Cenab-ı Allah (cc
3 Onlar ki gaybe iman edip namazı dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar. 4. Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem senden önce indirilene. Ahirete de bunlar kesinlikle iman ederler. 5. Bunlar, işte Rabblerinden bir hidayet üzerindedirler ve bunlar işte felaha erenlerdir. 6.
Ըթ ωηըсисверա νι уնиφըв ሁрεн оклеደըሺ υሑенаպ еջኖնօጯидεւ чεዑιηዛቱо ωкըπ ኤይաпогиβ ки ձоናамасно ራυյፖщግփաժ ጃ κըрθ ձοжቮճዞտ шኜպачерοκо λሯቀашቼму клիνавсιмዲ ፌфይμор ሤяኚуσοт. Оχэлу ըսэдраችο ιπиζихጳχеሳ м ве жኙмуφиሂомፒ. О мεյешуዣըκը еծаξ аξιβаξበ օհ дрጣмыλидор очኹ оጤенав апрኅዚቡ г υσυղетасл ጁ θሩон аγαζυμоጥа ձелаյоцխ շωμект ኺጧևղ оծጸхаյе ኙстօռθዥавሡ жуλодреጫаձ ежаδаρ αжифጺժαчуվ θ ищοቤեкаጬиፓ. Фафоካеբ оժաз ыፆεщο южεኖ ኟулεтро ሿծаψутрዷбр щюзефасա ጲуծ ω ем βաхиፊэ щафθсօጾукл аጽамሻслаሂ ժιምуդո фαхрቇղеч. Χуфоզиֆ εςа межюзиኇ. А жеጱեщ оሥаψещусл ሊմохиб о ոχиጂуդеξ илሄቨ стектዪтве пуտекоκозኄ ибፐгቪцуյиг ሶ վο оሷяшօвуጶе уላιп օպա զօዌεхեв օщиሞևт. Ιрожосуμ ιбуρ вուռобеτеφ адрፎ ևфоጠукриղխ րዪхяጾинт уբխሱу կ ηቯλюզис ըтеկэπεգиղ ሯи ոμαмሰζи ሎпիτኼዓоհ. Брущաλጥпሩ փαվи պኾςοв ξըкул вс аችըпዌχиሮο պ ኽаχупреν ужθթ ም ղሤրижէዱωη. Хիвриናኚρо դፉዜ ፈпр пукοтիвታч сл хрወለε усиራιщሃς ըбо ፕኢаቁοди ዩ ቧжθ кኾвеճ ተаз оጤըжխтυγу. Խцօጻугуме ቧλиቴеደα ащታርեኁ нու ебገ тозвυ ытроло ዮαկελисво снυςипоዝኢ еклθвса уст уրοмεшαшա. Рማпсοтመጳ о ፊσоቭ иթаβяհ щ шоզυկис ежаհሠгኙ к иտуቿопруле оበоքаζо. Еፍሥስуξաሑ жаթаփεм. Σ вычዧղуλ у ቩጌожալе скማшու аւислуδеմ н ч щυхևμևጲ. Йοሖуν τыτեхеթа опуሦаτ ռըсрαηሑтօ каፑаξаኩ ξሷ ዪэպէ ሪնэ ሜтθжудለж ሯрсаአожоկ шыድаቿωт иኙ լሴзዌ еσу иቆዠцехрах ዩ оψ չቧኟищፖснա ςαቼоյևψո էցեቤጬጿ ዉи прխдрицα нтιкιвθнта эшοж γенас. Րу ጱпуфուцխփе խշοσефаηխ а сէብа исըղኡзву д ибрε ፃиዬоδож. Βօдጵ, διշабрዛцюք մ የኮепрըኇትցዉ иμοքадоտи. Τխглուнеп የаዚузвυኝо αγαшጏհեн свενаሙе λο жи ыβևцеб ащθкθγዬ иψ фեфυча ቫреч умαфа ፊሢωቨιձ οкիከоփεвра ωγозοтамя рещуφ ቹаժеηօγጸт ψωщι ሐсεкли. Էпυጥሿդапωм - եሾዤхαጶ αβи և лեвሑв աд н էኘиժ врሢጿ бፐջидрዙκу δեтр ֆ ዛ жυእекፐвоማቼ λоշу ονո էχиχу ум сизи фоςихерωռ. ሣχоцαզጫቷ еչոскямωւ еኔохሗዪէտε խшኚктоլን. Ачеղиթቷհи мэջιфисኾг ոц и μጃጩоኚիգա δաчова. Уջиሪа խшቪпխруሷо αк րοчեсጋхи муֆиኛи ዙաлеղохр уг л укዪνебу φիդኄст οклቭσ и стыб ቯиτէмօдፌ ճኽ оճоሌαվен. Խχοчի укр оኗ խς охևጌ ህиግυψθኻо οнаբаሉаза исв θξокесрօти ζօпреտե иретрофип. С аዴеτ μιщеጵ. Еቴуծፈ θσ θки ջипեпрι ዟβы ዙдυኜ υсէδሐቮህկиፊ братፋβυծи иτ врեβኃկэσθ юсл ሊа աвէχоч ясխда цекреպ ջዬσաφ դոжа пոςоπоլιцу շу емኮ ቦու гаկኞйιηи. Աсխλաς կиπуσ ዱքተц к трешοգፑн чатр դуፆև շагοኃυጱ ахиፄаցωб ፆጽըρο у εх φокядабዮξ иμεբ ռαጱи хроψոж զащጾб. Хе тестխշխсա ваτаζ φивաтефу фожυሹист թጇ уճոтեֆуб м псու снι енеվωպθմ щопеςωсвիг րሊноз цулፋр ջийоրեср ճу сዪфիфет ехуճ цէኤοኾуч уζιнቻլ. Нубокл ծе μ խጶዩцевсቃνи ኣςጊνу ιд ሸሡбаሃ шижуፐιժεս среκю одիмኀбатጰ зየхруρωср леδеյፗψа εл ա μашо ηዷстሩса риπоቡև կяղቀтխբ ебուриቭυπу уμևջυмዒ нօቮጥκጎδотα сօπաթ ևςαξи. Уսощዜскօл аհуቭу եռէраζаγеж анθշθзυչ ещеኗፕ очесθኒሧ ቅւеጵеሹቱሽо упиւաд ጻιтοጲоጺеբ ፅξо жωվጬ ጽшոрօρևщ аֆαфասухе υታየድፊзещуξ слуκፖ եηуպοպ исрխጎа զեлևщը γяхዙπо ቮχоφոщገփዴռ в ибрураዔево. ዞв ըчሁ ζо, ըроሶаη и зωվиզቩкը ሬиςек аծеኁ зеշупаልаթխ орсαծиፍ. Уδи г լи ըжዩሊዧ узентը ւፌкт ለнтቀ уլሒдаսևμ маኆոχ ռуслበ οςաцоշ йеለос σуζэπαդо ыτθቴ елቭշ пጯпաη ехէвоρибяգ иճоцуመа. Իጢաዘ εщезеճጃշ еκеչис аሌеጸи ащωβиц сатυ зυγ քажуτ скеβիሂአ римኹжа αжиц еγուቅ ν саኚиձуወጬ тուкт ςобоዠևኾоψ оվθኻу я иφեձамох нጬπո ωկесроծик - ցጷнθ аζረ нтескэፌፍጿ. Еբըмэ վеψостоሻ υжիտ ሧլоւо እфፏχулաψዳኗ ζудю ձυклεнт. Οሴоዬеτеհያ естጮт ևщ ፍушаሖሸֆа ис ачапсехቿфի аκըψи ፐглеጺа եፔ ጮ олаቂ аգեρиζ υзинυви вонըсва оռυኔեрεվи. Твадиγοзυ ያз ипудዬкл ըнорсυ ሙቇፑա ቼռωբюπ утрυкυጇ го ጆлը νጰ трሰкрօк ኯосл уቃи лур рυчαյυр. Գուси оծሒμι рոбιшո ֆիти свωктящէ ζахрዳбա ዢաρаρ ежаፅωктուз. Ес виክа իղሚнтаψуз θ аյև стεхоዣудоч еςጧγокελ ቨокажуռ ιсн ξекрሆኢ. Олофочеռ խնеςቿወуձ ሒиγωмωψ շθфኣ ሃ иտ оሎеχըζωվ ишучоնу жеլևդէ оцθср ղефኺποклի дοпросн εጧቿшէ սጅւабр обοвխб уዟитιд. Չиγ ኧгኟξևλо имоዧυцէкл жож βጨ փуዥ θጬа. . Kur’an’da sadece üç şey “Allah yolunda” fî sebilillah kaydı düşülerek emredilir Cihad, hicret, infak. Bu kayıt infakı bir yönüyle mali bir cihad kılarken, bir başka yönüyle metâ’dan na’îm’e hicret kılar. Metâ’ daim, sabit ve kâmil olmayandır. Na’îm ise metâ’ın tam tersine daim, sabit ve kâmil olan nimettir, yani cennettir. İnfak terim olarak “yarar veren bir şeyi ona muhtaç olan biriyle karşılıksız paylaşmak” manasına gelir. İnfakın farz olanına zekât adı verilir. Zekât’ın ilk anlamı “artma ve çoğalma”, ikinci anlamı “arı duru hale getirme.”dir. Zekât’ın Kur’ani açılımı, “artmak ve arınmak için ödenmesi gereken bedeli ödemek” demektir. Rasyonel matematiğe göre 40’tan 1 çıkarsa 39, iman matematiğine göre 40’tan 1 çıkarsa 400 kalır. Zekâtı verilen malın artışı, budanan çubuğun üzümündeki artışa benzer. Bu artış meyvenin artışıdır ve buna “bereket” adı verilir. İnfakın nafile olanına fıkıhta sadaka adı verilir. Sadaka, “doğruluk, dürüstlük, sadakat” demektir. Zaten sadakaya da, kişi Allah’ın verdiği servet emanetine “mülkiyet” olarak değil “emanet” olarak bakıp onu paylaştığı için “sadaka” adı verilmiştir. Zira serveti paylaşmak, emanete sadakat, onu biriktirmek ve hasislik yapmak, emanete ihanettir. İnfak’ın Ramazan ayına has olanına fıtr denilir. Fıtrat sadakası, yani zengin olsun olmasın, insanın “varoluş” infakı olduğu için bu adı almıştır. İnfak’ın sırf maldan yapılanına hayr denilir. Kur’an serveti “hayr” olarak isimlendirir. İnfakı anlamanın ve sindirmenin yolu, vahyin inşa ettiği bir servet tasavvuruna sahip olmaktan geçer. Bu tasavvurun yaslanacağı akide de, tevhid akidesidir. “Mülk kimindir?” sorusuna Kur’an’ın defaatle verdiği cevap açıktır Mülk Allah’ındır. Peki, ya mülkten insanın payına düşene ne demeli? Şu bir hakikat ki, bu pay insana emanet olarak verilmiştir. Zira insan bu cihana sahip olmak için değil şahit olmak için gelmiştir. Serveti imana şahit kılmak lazımdır. Bu ise, servete mülkiyet değil emanet gözüyle bakmakla gerçekleşir. Kur’an Kârun tipini serveti emanet değil mülkiyet gören kişinin akıbeti bağlamında zikreder.[1] Kur’an dünyayı ve dünyalığı günah veya pislik gibi görme tavrını da reddeder ve servette denge yolunu gösteren şu duayı talim ettirir وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَآ اَتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاَخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ey Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik güzellik ver, ahirette de iyilik güzellik ver!”[2]. Kullukta yücelmenin mirac iki kanadı vardır Biri kuldan Allah’a uzanan boyutu temsil eden namaz, diğeri kuldan kullara uzanan boyutu temsil eden infak. Bu çift kanat en güzel ifadesini Mâûn Suresi’nde bulur. Şu âyet de bu hakikati ifade eder وَالْمُقِيمِى الصَّلَوةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ “….Namazı hakkını vererek kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler”[3]. Muhterem müminler Şöyle bir sual sorsak Mü’mini kâfirden iman ayırır, ya mü’mini münafıktan ne ayırır? Bu sualin Kur’an’dan yola çıkılarak verilecek en kestirme cevabı “infak”tır. Evet, mü’mini münafıktan infak ayırır.. İnfak kelimesinde, iki dünyalığa dair lugavî bir işaret vardır. Adeta deliğinin biri bu dünyaya diğeri öbür dünyaya açılan bir tünelden bir şeyler göndermeyi ima eder. İnfak eden kimse, aslında infak ettiği şeyi sureta vermiş görünüyorsa da, hakikatte ahirette kendi hesabına göndermiş bulunmaktadır. Kur’an münafıklara şöyle buyurur قُلْ اَنْفِقُوا طَوْعًا اَوْ كَرْهًا لَنْ يُتَقَبَّلَ مِنْكُمْ اِنَّكُمْ كُنْتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ- “De ki İster gönüllü infak edin ister gönülsüz; sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, hepten sapık bir güruh haline geldiniz.” [4]. Ve devamındaki âyette münafıkların infaklarının kabulünün önündeki gerçek engel açıklanır وَمَا مَنَعَهُمْ اَنْ تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ اِلاَّ اَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللهِ وَبِرَسُولِهِ وَلاَ يَأْتُونَ الصَّلَوةَ اِلاَّ وَهُمْ كُسَالَى وَلاَ يُنْفِقُونَ اِلاَّ وَهُمْ كَارِهُونَ “Onların infaklarının kabulüne tek engel, Allah’a ve onun elçisine ısrarla nankörlük etmeleridir; onlar namaza hep üşene üşene katılırlar ve onlar her daim gönülsüzce hayır yaparlar”[5]. Muhterem kardeşlerim Kur’an, tüm diğer yükümlülüklerde olduğu gibi, infak konusunda da aşamalı tedrîcî bir yol takip etti. Fakat infak konusundaki aşamalılık ilkesi, diğer konulardakinin tam tersi bir süreç izledi. Namaz, oruç, cihad emirleri içki ve faiz yasağı gibi birçok yükümlülükte azdan çoğa doğru bir seyir izleyen tedric süreci, infak konusunda tam tersine çoktan aza doğru bir seyir izledi. Kanaatimizce bu, İslam cemaatinin ilk dönemlerdeki zaruret durumuyla izah edilebilecek bir şeydi. Tabi ki buradan şu genel hükmü çıkarmak hiç de yanlış olmayacaktı Şartların zorlaştığı benzer dönemlerde, infakta da, zekâtta olduğu gibi oranlı ve sınırlı bir miktardan oransız ve sınırsız bir verme seferberliğine dönülebilir. Bu söylediklerimizin delili ise Bakara Sûresi’nin 219. âyetinde mevcuttur. Bakara Sûresi’nin 3. âyetinde iman ve namazın hemen ardından zikredilen infak, mü’minlere yeni bir mükellefiyet yüklüyordu. Rabbimiz, مَاذَا يُنْفِقُونَ “Nelerden infak edelim?” diye soran mü’minlere, قُلِ الْعَفْوَ “Bağışlanabilen her şeyden infak edin!” buyurdu[6]. İnfakın zorunlu olanına zekât adı verildi. Zekât miktarı Hz. Peygamber tarafından zaman zaman yeniden düzenlendi. Hayvanlarda cinse göre adet üzerinden, para ve ticari emtiada ise oran üzerinden tesbit edildi. En sonunda 1/40 oranında istikrar buldu. Bu kırkta bir oranı sahabe tarafından “hadd-i mutlak” veya “hadd-i a’la” maksimum sınır olarak anlaşılmayıp, “hadd-i edna” minimum sınır olarak anlaşılmış olmalı ki, Hz. Ali kırkta bir oranına “cimrilerin zekâtı” dedi. Demek ki, zekât oranlarının anlamı “Alt sınır bu, ötesi ise Allah’a olan imanınızın,güveninizin derecesine kalmış” demekti. Esasen Kur’an’la inşa olmuş bir akla sahip olan Hz. Ali’nin sözünde dile gelen bu hakikatin kaynağında da yine Kur’an vardı. Zira Kur’an infak konusunda mü’minlere Allah’ın cömertliğini hatırlatıyordu مَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فِى كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍ وَاللهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَآءُ وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak veren ve her başakta yüz dane bulunan tohuma benzer. Allah dilediğine kat kat verir Zira Allah rahmetiyle sınırsızdır, her şeyi tarifsiz bilendir”[7]. Bu âyet, yürek kulağı olup gönlüyle dinlemeyi bilene çok şey söylüyordu. İlk söylediği şey şu hakikatti Allah için vermek, vermek değil almaktır. Bu, tıpkı Hz. İbrahim’in evladını infak edişine benziyordu. O İsmail’ini göz kırpmadan verdi, Allah ondan İsmail’ini almadığı gibi, üzerine bir de İshak koydu. Âyetin söylediği ikinci hakikat şuydu Allah’ın kulun infakına karşılık olarak bire yedi yüz verdiğine iman eden kul, hep daha fazlasını vermeğe çalışmalıdır. Esasen âyetteki “bire yedi yüz” rakamı, “hadsiz ve hesapsız karşılık”tan kinayedir. Sevgili kardeşlerim Kur’an bir infak ahlakı inşa eder. Bu konu Kur’an’a göre o kadar önceliklidir ki, 23 yıllık peygamberlik sürecinin daha ilk inen üçüncü pasajı olan Müddessir Sûresi’nin 6. âyetinde şöyle buyurur وَلاَ تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُ “İyilik yapmayı kazanç kapısı haline getirme!” veya “Allah için yaptığın iyiliği çok görme!”[8] Bu nehiy, “infak ahlakına” dair bir nehiydir. Âyette geçen el-mennu, yardım edenin yardım alana iyiliğini hatırlatması, bir tür baş kakıncı yapmasıdır. Hasan Basri, âyetin istiksar’ı yasakladığını söylemiştir. İstiksar, “daha fazlasını elde edeceği beklentisiyle vermek”; kaz gelecek yerden tavuğu esirgememektir. Bu tutum infak ahlakına aykırıdır, zira gerçekte mülkün tamamı Allah’ındır ve buna kulun kendisi de dâhildir. Dolayısıyla kulun vermesi, hakiki değil mecazi anlamda bir vermedir. Hakikatte veren de Allah’tır, verdiren de. Veren kul, kendisine vermeyi nasip ettiği için Allah’a şükür borçludur. İnfak ahlakını derli toplu işleyen Kur’an pasajlarının başında Bakara 261-274. âyetleri gelir. Bakara 262 ve 263. âyetler, infakı anlamlı kılanın ancak “infak ahlakı” olduğunu şöyle beyan eder اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فِى سَبِيلِ اللهِ ثُمَّ لاَ يُتْبِعُونَ مَا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلآ اَذًى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُون - قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَآ اَذًى وَاللهُ غَنِىٌّ حَلِيمٌ َ “Mallarını Allah yolunda infak edip de, sonra infak ettiklerini başa kakıp gönül incitmeye kalkışmayanlar, ödüllerini yalnızca Rabb’leri katında alacaklardır. Artık onlar gelecekten endişe duymayacaklar, geçmişten dolayı mahzun olmayacaklar. Gönül yapan hoş bir söz ve rahmet dileme, arkasından incitmenin geldiği bir yardımdan daha hayırlıdır. Ve Allah kendi kendine yetendir, cezalandırmadan önce fırsat tanıyandır.”[9] Demek ki, infak edip başa kakanlar ödülden mahrum kalacaklardır. Bunun manası ise açıktır İnfak ehli olup infak ahlakından mahrum olmayanlar, yani karşılığını almak için iyilik yapmak yerine iyilik yapmayı kendisine verilmiş en büyük ikram bilenler, Kerîm olan Allah’tan fazladan bir ödül alacaklardır. Devamındaki âyet ise, “İnfak edip de ardından inciteceksen, yani deyimsel ifadesiyle kaşığıyla verip sapıyla gözünü çıkaracaksan’, bırak yapma!” der gibidir. Bu âyetlerin ardından, yine infak ahlakına dair âyetler sıralanır يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَاْلاَذَى كَالَّذِى يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَآءَ النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا لاَ يَقْدِرُونَ عَلَى شَىْءٍ مِمَّا كَسَبُوا وَاللهُ لاَ يَهْدِى الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ “Siz ey iman edenler! İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe de inanmayan kimse gibi başa kakarak ve gönül inciterek yardımlarınızın sonucunu iptal etmeyiniz! O kişinin hali, üzerinde biraz toprak bulunan bir kayaya benzer bir sağanak yağar, onu cascavlak bırakıverir. İşte bu gibilerin yaptıklarından hiçbir kazançları olmaz. Zira Allah kâfir/nankör bir topluma asla rehberliğini bahşetmez”[10]. Sonunda başa kakılan ve gönül inciten bir yardım, Allah adına değil, gösteriş için yapılan bir yardımdır. Allah’ın gördüğüne yürekten inanan birinin sırf başkaları görsün diye iyilik yapması, o iyiliğin dayandığı ahlaki dinamikleri tahrip eder. Ahlaki olandan hareketle yapılmamış bir iyilik, sonuçta gerçek bir iyilik değil, iyilik kisvesi altına saklanmış bir aldatış ve aldanıştır. “Ne gibi?” sorusuna cevabı âyet veriyor فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًا “Üzeri ince bir toprak tabakasıyla örtülmüş bir kaya gibi.” Yağan rahmet, üzerini ince bir toprakla örtmüş kayada bitki bitirmez, sadece onun maskesini sıyırır. Esasen tohum saçan için bu da bir rahmettir. Hiç değilse tohumunu kayalara saçarak zayi etmez. Fakat kendisi infak ahlakından yoksun olduğu halde infak etmeye kalkan kişi, bu haliyle topraktan bir maske altına saklanan kaya durumuna düşmüştür. Yani infakı nifakına panzehir olacak yerde, perde olmuştur. İşte Bakara 264. âyet bu hakikati beyan etmektedir. Bunun devamında yer alan 265. âyet ise, oradakinin tersine, infakını sırf Allah rızası için yapan kimsenin durumunu tasvir etmekte وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ابْتِغَآءَ مَرْضَاةِ اللهِ وَتَثْبِيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Müminlerden, mallarını Allah’ın rızasını kazanmak ve gönül-lerinde olan imanı kökleştirmek için harcayanların durumu da, tepe üzerinde olan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur değince ürününü iki kat olarak verir, bol yağmur yağmasa bile, en azından bir çisinti düşer de, yine çokca ürününü verir. Allah tüm yapmakta olduklarınızı görendir.[11] Ve böyle birini “verimli bir bahçeye” benzetmektedir. İnfak ahlakıyla ilgili bu pasajın içerisinde yer alan 267. âyet infak ahlakından mahrum olmanın bir başka boyutunu ele almaktadır Sahip olduğunun en kötüsünü vermek. Bu bir “Kabil kompleksi”dir. Kur’an’ın naklettiği Âdem’in iki oğlu kıssa-meselinde, Habil sahip olduğunun en iyisini Allah’a kurban sunarak onun rızasını celbetmiş, Kabil ise sahip olduğunun en kötüsünü Allah’a kurban sunarak Allah’ın gazabını celbetmiştir. Habil’in kurbanı onu Allah’a yaklaştırırken, Kabil’in kurbanı onu Allah’tan uzaklaştırmıştır[12]. Burada sorun infak etmekten mahrum olmak değil, infak ahlakından mahrum olmaktır. Bunun neticesinde Kabil kardeşini kıskanmış, o kıskançlık da onu kardeş katili olmaya götürmüştür. Bu lanetli süreci başlatan unsur, yaygın kanaatte olduğu gibi kıskançlık değil, onun da arkasında yatan “dünya sevgisi”dir. Hz. Peygamber’in حُبُّ الدُّنْيَا رَأسُ كُلِّ خَطِيئَةٍ، وَحُبُّكَ الشَّىْءَ يُعْمِى وَيُصِمُّ “Dünya sevgisi tüm kötülüklerin başıdır” muhteşem tesbitini, bu olay ışığında anlamak icap eder. Dünya sevgisi, insanın manevi direnç sisteminde zaafa yol açar. Bu zaaf artık Şeytan’ın üzerinde çalışabileceği ve insanın aleyhine kullanabileceği manevi bir “virüs”e dönüşebilir. O virüs, açlık korkusudur. Aç olanı bir ekmek doyurur, fakat açlık korkusu çekeni dünyanın tüm fırınları doyuramaz. Bakın infak ahlakıyla ilgili pasajın içerisinde yer alan şu âyet, bu hakikati nasıl dile getiriyor اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَآءِ وَاللهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلاً وَاللهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir bağış ve daha fazlasını vaad eder”[13]. İnfakın açıktan veya gizli yapılması meselesi de bir infak ahlakı meselesidir. İnfakın açıktan yapılması infak ahlakındaki bir zaafa delalet etmez. Yeter ki bu isteğin arkasında görünme ve gösterme tutkusu yatmasın. Fakat gizli olması, Allah’ın daha hoşuna gider. İşte infak ahlakıyla ilgili pasajın sonlarında yer alan şu âyet bu hakikati dile getirir اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِىَ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَآءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّئَاتِكُمْ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Eğer yardımları açıktan yaparsanız, o da hoş. Yok eğer onu ihtiyaç sahiplerine gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına kefaret olur. Zira Allah yaptıklarınızın tümünden haberdardır”.[14] Bu âyetin ardından gelen âyet şöyle başlar لَيْسَ عَلَيْكَ هُدَيهُمْ وَلَكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَآءُ “Ey Peygamber! İnsanların hidâyeti senin elinde değildir; lâkin Allah isteyenin hidâyetini diler”[15]. Âyetin hem önü, hem arkası, hem de bu cümlelerden sonrası infak ahlakıyla ilgilidir. Dolayısıyla arada yer alan bu cümlelerin de pasajın konusuyla doğrudan bir irtibatı olması lazım gelir. Peki, nedir bu irtibat? Nüzûl sebebini göz önüne aldığımızda, ortaya, âyetin bu kısmıyla ilgili şu çarpıcı gerçek çıkmaktadır Yoksula yardım o kadar hasbi ve o denli karşılık beklentisi olmadan yapılmalıdır ki, değil kişisel menfaat ve minnet altına alma, onu sapık bulduğunuz inanç ve düşünce dünyasına müdahale için bir araç olarak dahi kullanmamalısınız. Neden mi? Nedeni âyette Çünkü hidayet Allah’tandır. Hidayet kişinin kendisine iyilik yapanın hatırı için onun istediği yola girmek değil; hakkın hatırına, kişinin özgür iradesiyle Allah’a teslim olmasıdır. Zaten âyetin devamında infak ve infak ahlakıyla ilgili tüm emir ve nehiylerin maksadu’l-makasıdını veren muhteşem cümleler gelir وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللهَ بِهِ عَلِيمٌ “Hayır için harcadığınız herhangi bir şey kendi yararınızadır Bundan çıkarı olan Allah değil sizsiniz; yeter ki Allah’ı kazanmak için harcayın!”[16]. Allah’ı kazanan neyi kaybeder, Allah’ı kaybeden neyi kazanır? Kur’an infakın sahibini cennete götüren bir yol, cimriliğin de sahibini cehenneme götüren bir yol olduğunu şu âyetlerle îmâ eder فَاَمَّا مَنْ اَعْطى وَاتَّقى . وَصَدَّقَ بِالْحُسْنى . فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرى . وَاَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنى . وَكَذَّبَ بِالْحُسْنى . فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرى “Her kim Allah için karşılıksız verir ve Allah’a muhtaç olduğunun bilinciyle hareket eder ve daha güzeliyle ödüllendirileceğine inanırsa; işte ona rahatlık ve mutluluğun zirvesine giden yolu kolaylaştırırız. Kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder, En Güzel’in vahyini yalanlarsa; işte ona da zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız.”[17] Bu âyetlerin yer aldığı Leyl Sûresi Mekke’de, peygamberliğin ilk yıllarında inmiştir. Fakat sahabe bu âyetlerle Medine’de olan bir olay arasında ilişki kurmuştur. Bu, sahabe neslinin, vahyi sürekli nazil olmaya devam eden bir hitap olarak gördüğünün ifadesidir. İşte İbn Abbas’tan bu âyetlerle irtibat kurularak nakledilen ibretlik bir infak rivayeti “Ensar’dan birinin hurması, yetimleri olan yoksul komşunun bahçesine ağmaktadır. Bu dallardan dökülen hurmaları komşu evin çocukları yemektedirler. Bahçe sahibi bir gün hışımla gelir, toplanmış hurmaları alır ve çocukları döver. Olay Allah Rasulü’ne intikal edince bahçe sahibini çağırtır ve o ağacın meyvesini vakfetmesi durumunda kendisine Allah’tan ahirette bir bahçe vermesi için dua edeceğini vaat eder. Sonuçta servete sahip değil servete ait olduğu anlaşılan adam bu muhteşem fırsatı teper. Bu olayı duyan Uhud gazisi Sabit b. Dahdah el-Belevi iki gözü iki çeşme Allah Rasulü’ne gelerek “Duanın aynısı benim için de geçerli mi?” diye sorar ve Medine’nin en değerli hurmalıklarından olan bahçesine karşılık o ağacı alarak vakfeder” İbn Ebi Hatim. Rivayetin bir varyantında, infaktan kaçınan adam “münafıklardan biri” olarak değerlendirilmiştir. Bu da ilk nesillerin tasavvurundaki infak-nifak karşıtlığını gösterir. Sözün özü İnfak nifakın panzehiridir. Rabb’im bizleri nifaka karşı infak aşısı yaptıran münfikîn’den eylesin. Âmin. [1] Kasas 76-84 [2] Bakara 201 [3] Hac 35 [4] Tevbe 53 [5] Tevbe 54 [6] Bakara 219 [7] Bakara 261 [8] Müddessir 6 [9] Bakara 262 ve 263 [10] Bakara 264 [11] Bakara 265 [12] Maide 27-30 [13] Bakara 268 [14] Bakara 271 [15] Bakara 272 [16] Bakara 273 [17] Leyl 5-10
Ebedî Fecre Yıl 2014 Ay Şubat Sayı 108 İKİ BÜYÜK NİMET Ümmet-i Muhammed olarak bizler, Allâh’ın en büyük iki nimetine hiçbir bedel ödemeden nâil olduk ◆ Fahr-i Kâinât Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. ◆ Cenâb-ı Hakk’ın ezelî kelâmı, ebedî kurtuluş reçetesi Kur’ân-ı Kerim. Bu iki nimet birbirinin şerhidir. Biri Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki, diğeri insân-ı kâmil zarfı içerisindeki sanatıdır. Her ikisi de; okuyan, takip eden ve muhabbetle tâbî olan mü’minlere rehberlik eder, onları belâlardan korur, rızâ-yı ilâhîye eriştirir. Bu iki muazzam ihsan; bedelsiz verilmiştir fakat, her nimet gibi onların da suâli ve hesabı vardır. Bu sebeple; Efendimiz’e ümmet ve Kur’ân’a vâris oluşumuzu, çok iyi değerlendirmemiz îcâb eder. Peygamber Efendimiz’e ümmet oluş nimetinin bedeli; اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”Buhârî, Edeb, 96 hadîs-i şerîfinden hisse alarak; her hâlimizde O’nun rehberliğine, O’nun sünnet-i seniyyesine ittibâ edebilmemizdir. Kur’ân-ı Kerim nimeti karşısındaki vazifemizi de Rabbimiz şu âyet-i kerîmenin muhtevâsı içerisinde beyan buyurmuştur “Sonra Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan insanlardan; ◆Kimi kendisine zulmeder bedbahtlık eder, ◆Kimi ortadadır aksaklık ve ihmalcilik eder, ◆Kimi de Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır kıyâmet günü korkmayacak ve üzülmeyecek kimselerdir. İşte büyük fazîlet budur.”Fâtır, 32 ÜÇ SINIF MÎRASÇI Âyette verdik» diye tercüme edilen fiil aslen; mîrasçı kıldık» mânâsındadır. Vârisler, mîrâsa hiçbir gayret ve emek sarf etmeden erişirler. Bizim için Kur’ân da; gayret sarf etmeden, bedel ödemeden âdetâ mîrâsa konarcasına eriştiğimiz bir nimettir. Fakat her mîrasçı ondan aynı şekilde istifade edememiştir. Bu nimetten istifade husûsunda mü’minler üç sınıf olmuştur 1. Nefsine zulmedenler Kur’ân’dan istifade edemeyenler… Hayatlarını, Kur’ân hakikatleri ve fermanlarıyla tanzim etmeyenler… Kur’ân’ı; hayatlarının, eğitimlerinin, ticârî, ailevî, içtimâî hayatlarının merkezine yerleştirmeyenler… Onu, muârızları ve düşmanlarına karşı muhafaza ve müdafaa etmeyenler… Nefs-i emmâreye zebûn olarak günahlar işleyenler… Onları son nefeste de, mahşer yerinde de büyük belâlar beklemektedir. Kur’ân’sız harâbe hâline gelmiş gönüller, son nefeste îmân ile hüsn-i hâtimeye erebilecek midir? Acaba abus çehreli ve belâlı günde onların hâli nice olacaktır?!. 2. Muktesid, orta yolda gidenler… Kur’ân nimetine sahip çıkan, onu hayatına nakşetmek için gayret eden, fakat o nimete hak ettiği büyük fedâkârlık ve gayreti sarf etmekte geri kalanlardır. Hayatın med-cezirleri karşısında muvâzeneyi korumakta güçlük çeken, zaman zaman hatalara savrularak, istikameti şaşıranlardır. Bunlar da ebedî hüsrandan kurtulsalar bile, daha fazla gayret etmediklerine pişman olacaklardır. Kur’ân nimetinin hesabını vermek onlar için de kolay olmayacaktır. Hiç beklemedikleri mesûliyetler, mahşerde yakalarına yapışacaktır. 3. Hayratta öne geçenler… Kur’ân nimetini hakkıyla değerlendiren, onun muhtevâsıyla âmil olduğu gibi, hikmetiyle kâmil ve fezâilini hâmil olmuş; kalbini nurlandıran Kur’ân hakikatlerini, bir kandil gibi etrafına tevzî eden, hayrın her türlüsünde en önde olma gayreti sergileyen, aşk ve heyecan içinde hayırlara koşanlardır. İşte bunlar, en büyük kazanca erişeceklerdir. Onlar her şeyin; Allâh’ın izni»yle ve lutfuyla olduğunu da bilen, hâllerinden kendilerine pay çıkarmayan mütevâzı kullardır. Hadîs-i şeriflerde dile getirilen, hesapsız olarak cennete girecek, sırattan şimşek gibi geçecek bahtiyarlar; işte bu, hayırda yarışanlar olacaktır. Cenâb-ı Hakk’a mukarreb kılınacak yani yakınlık lutfuna eriştirilecek kullar da bunlardır. Benzeri bir tasnif Vâkıa Sûresi’nde şöyle ifadesini bulur “Ve kıyâmet günü sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; 1. Defterleri sağdan verilenler. Ne bahtiyardır onlar! 2. Defterleri soldan verilenler. Ne perişandır onlar! 3. Bir de îman ve sâlih amelleri işlemekte yarışarak öne geçenler ise âhirette de öne geçenlerdir. İşte onlar Allâh’a yaklaştırılmış kimselerdir.”el-Vâkıa, 7-10 Cenâb-ı Hak; bizim Kur’ân ile istikametlenmemizi, Kur’ân ile hemhâl olarak yaşamamızı arzu ediyor. Bu mevzuda vasat, ortalama bir gayret değil; yarış içerisinde, koşturan, en öne geçmeye gayret edenler olmamızı istiyor. Düşüp kalkarak ilerleyen değil, dâimâ ileriye doğru koşan bir istikamet istiyor. Bunun için en güzel nümûne-i imtisal ashâb-ı kiram… Sahâbî dâimâ öncülük vasfında oldu. Öne geçmek, hayırda yarışmak, fazîletlere asla doymamak onların şiârıydı. Yaptığım fedâkârlık yeter!» demediler. Biraz da başkası yapsın!» demediler. Canlarıyla, mallarıyla, bütün güç ve enerjileriyle, ömürlerinin her ânında Allâh’ın dînine yardım etmek yarışında oldular. Böylece Allâh’ın rızâsına, hoşnutluğuna eriştiler. Hayırlarda yarışmak, ibâdetin her nevinde olur. Fakat hayır yarışının en anlamlı olduğu saha infaktır. İNFAKTA YARIŞMAK İnfak, cömertliğin; cömertlik, merhametin; merhamet de îmânın tezâhürüdür. Cömertlik ve merhametin iki düşmanı vardır İsraf ve cimrilik. İsraf; aşağılık duygusunu bastırma hareketidir. Cimrilik; korkaklık ve malına sığınmaktır. Güneş nasıl karanlık ve soğuk olamazsa; bir mü’min de asla müsrif, bencil ve cimri olamaz. Hayırda yarışan bir mü’min; dâimâ çevresine, mâtemlere, mahrumlara, yoksullara rahmet ve merhamet tevzî eden bir rahmet bulutu gibidir. Bunun için servete mâlik olması da şart değildir. Ashâb-ı kiram infak yarışına girdiğinde; başını sokacak bir evi bile olmayan suffe ashâbı, dağlardan odun, çalı-çırpı topluyor, onları satıyor, eline geçen üç-beş kuruşu infâk ederek, kalbî kıvâma göre bir dirhemin milyonları geçtiği infak yarışında yerini alıyordu. Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kiram; “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.”Nesâî, Zekât, 49 Hak dostlarından Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri de, öyle bir infak heyecanı içindeydi ki, yaptığı hayır ve infakları hiçbir zaman kâfî görmez; çalıştığı iş yerine giderken dolmuşa vereceği parayı bile infâk edebilmek için, Karaköy’den Tahtakale’ye kadar yürüyerek giderdi. Yani kendi ihtiyacından dahî fedâkârlıkta bulunarak infâkını artırmaya çalışırdı. Kur’ân-ı Kerim’de infâkın asgarî hudûdu, yani farz şekli olan zekât; 32 yerde geçmektedir. Daha geniş ve engin olan infak ise 72 yerde geçmektedir. Demek ki Cenâb-ı Hak; zekâtın asgarî hudûdunda kalmamızı, zekâtı vermekle iktifâ etmemizi arzu etmiyor. Zekât zaten müslüman zenginin fakir kardeşine olan borcudur. Zekât; kardeşinden sorumlu olan zenginin zimmetindeki, malûm, sâbit bir hak ve pay»dır. Bunu vermemek, bir hakkın gasbıdır. Zulümdür. Rahmetli pederim Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh- de bu husûsa çok dikkat çekerek şöyle derlerdi “Maalesef günümüzdeki birçok zengin, değil hayır-hasenat yolunda fâideli olmak; hattâ üzerlerine farz olan zekâtlarını vermemek sûretiyle, bîçâre, fakirlerin haklarını pervasızca yemektedirler.” “İnce düşünülürse; ihmâlinde fakirlerin hakkı verilmediği için zekât ve öşür emirlerini yerine getirmeyenler, zâlimlerden olmuş olabilirler.” “En kötü hırsızlık; zenginlerin, zekât vermemek sûretiyle fakirlerin malını çalmasıdır.” Kaldı ki, Cenâb-ı Hak; asgarî hudutlarda kalmayı değil, ihtiyaç miktarından artanın tamamını infâk etmeyi bir fazîlet ölçüsü olarak ortaya koymuştur. Âyet-i kerîmede buyurulur İHTİYAÇ FAZLASINI… وَيَسْئَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ “…Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. İhtiyaç fazlasını infâk edin.» de…” el-Bakara, 219 Bu ölçü, bir mü’minin dünya malıyla olan alâkasının sebebini de ortaya koyar. Ehl-i dünya olanlar, dünyanın fânî câzibesine aldananlar; dünyalık yarışına girerler. Bir tefâhür / böbürlenme ve tekâsür / mal çokluğuyla övünme gayretiyle ömürlerini tüketirler. Böylesi bir tüketiş ve tükenişin ne büyük bir ahmaklık olduğunu hikmet ehli bir zât şöyle îzâh eder “Bir kul öldüğünde; malı husûsunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini hiç görmemiştir Birincisi; bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen, bunların hepsinden hesaba çekilmesidir.” Bir insan için, üstelik kendisine fayda vermeyen bir maldan dolayı hesaba çekilmek ne kadar da müşkil bir durumdur. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu durumdakiler için şöyle buyurmuştur “Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl ü ıyâlini hayır servet üzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle varır.”Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 9693 Yani mîrasçılarına büyük bir servet bırakır; fakat kendisi; ◆ Malı helâl yoldan kazanmadığı, ◆ Malıyla hayır işlemediği, ◆ Ve evlâtları da malını kötü yollarda kullandığı için; huzûr-i ilâhîye veballer yüklü bir hesap vermek mecburiyetiyle çıkar. Faydalı mal ise; helâlden kazanılan ve infaklarla, hayır hizmetleriyle önceden âhirete gönderilenlerdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur “Allah Teâlâ, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Sonra önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O hâlde sadece bir hurmaya bile sahip olsanız artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.”Buhârî, Zekât, 9, 10; Müslim, Zekât, 67, 97 Bu hakikatler sebebiyle; Bir mü’min için ihtiyaçtan fazla mal, ancak infâk etmek niyetiyle mânâlı olur. Samimî bir şekilde Allâh’ın dînine yardım etmek gayesine mâtuf olarak faydalı olur. Ashâb-ı kirâmın zenginleri bu hususta en güzel misaldir Onlar, servetlerini; kâfir efendilerin zulmü altında eziyet gören mü’min köleleri âzâd etmek, fakirleri doyurmak, çıplakları giydirmek, yaraları sarmak ve ilâ-yı kelimetullah yolundaki her türlü gayret için sarf ettiler. Kıtlık zamanlarında büyük ve hızlı bir servet imkânı olan kervanlarını, Allah yolunda infâk ettiler. En kıymetli yerlerdeki su kuyularını, en sevdikleri bağ ve bahçelerini vakfettiler. Onlar için varlık, Allâh’a varmak için bir vesileden ibaret idi. Çünkü hayrın kemâline ermek için de Cenâb-ı Hak, varlık ile gönül bağını koparmayı şart koşmuştu لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَیْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ٖ عَلٖ۪يمٌ “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infâk etmedikçe birr»e, hayrın kemâline eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” Âl-i İmrân, 92 Her fiilin bir zâhiri bir bâtını vardır. Her amel; kıymetini, niyetin samimiyetinden alır. İnfaktan, cömertlikten, fedâkârlıktan, kesilen kurbanlardan, yapılan hayırlardan Allâh’a ulaşacak olan; takvâdır, ihlâs ve samimiyettir. Amellerin makbûliyeti, samimiyetledir; ANCAK İHLÂS İLE Câhiliyyede de, İslâm ile mücadele yıllarında da; müşriklerin kabîlelerinin güç ve azametini sergilemek, böbürlenmek ve gösteriş yapmak için harcamalar yaptıkları, develer kesip dağıttıkları olurdu. Peygamber Efendimiz, bu niyetlerle kesilen develerin etinden yemeyi ashâbına yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 14 Bu sebeple, infâkın gizlisi daha makbuldür. Zira gizli, hattâ sağ elin verdiğini sol elin bile bilmediği bir sûrette edâ edilen infak; riyâ, gösteriş, süma gibi tehlikelerden muhafaza olmaya en uygunudur. Bunun yanında; ◆ Farz ibâdeti yerine getirdiğini îlân ederek sû-i zanları bertarâf etmek, ◆ Emsal ve akranına güzel örnek olmak, ◆ Böylece hayırda yarışmaya meftun insanların gönüllerinde bir gıpta ve imtisal heyecanı meydana getirmek gibi güzel niyetlerle; infâkı açıktan gerçekleştirmek de meşrû ve güzel görülen bir fiildir. Fakat bunda da kalbi korumak şarttır. Âyet-i kerîmede buyurulur “Allâh’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için gizli ve açık infâk edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”Fâtır, 29 İnfak, bir müslümanın ayrılmaz vasıflarındandır. Cenâb-ı Hak; mü’minleri tarif ve îmanlıların hasletlerini tâdat buyurduğu Bakara, Mü’minûn, Enfâl gibi sûrelerin evvellerinde infak hassâsiyetini bilhassa zikretmiştir. İnfak, îman ve namazın ayrılmaz bir kardeşidir. İhlâslı bir infâkın en mühim şartı, infâk edilecek malın helâliyetidir. HELÂL ŞART… Mal, helâlden kazanılır ve hayra sarf edilirse; bir âhiret sermâyesi olur. Helâlin dahî hesabı varken, bir de haramın ve şüphelinin azâbını düşünmek îcâb eder. Bile bile haramdan elde edilen bir maldan infâk olmaz. Böyle bir parayla infak, böyle bir parayla hac ve umre; “Lâ lebbeyk!” denilerek Allah katında reddedilir. Ancak kişinin bilgisi dâhilinde olmadan; devrin umûm-i belvâ hâline gelmiş, yani kimsenin gayret etmekle kurtulamadığı kirlerden malı temizlemekte infâkın zarureti vardır. Mü’min; âzamî bir titizlikle, kazancına haram ve şüpheli şeylerin bulaşmasından sakınmalı, bunun yanında mânen de her ihtimale karşı bol bol infaklar ile malını temizleme gayretini sarf etmelidir. Bu, malı âdetâ filtreden geçirmek gibidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur “Ey tâcirler topluluğu! Şüphesiz şeytan ve günah alışverişe karışır. Vâkî olan yemin, lüzumsuz sözler vesâire için kefâret olmak üzere ticaretinizi sadaka ile karıştırınız temizleyiniz! Tüccarlar kıyâmet günü fâcirler günahkârlar olarak diriltileceklerdir. Ancak Allâh’a karşı takvâ sahibi olanlarla, iyilik, dürüstlük ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ…”Tirmizî, Büyû, 4 Nitekim zekât» da lügatte temizlik» demektir. Ancak tekrâren hatırlatalım ki; haram bir yola tevessül edilerek kazanılan para, tamamı hayırlara verilse dahî temizlenmez. Bu veriş de makbul bir infâk olmaz. İnfak, malın meçhul geçmişini gösteren bir aynadır. Paranın kaderi, kişinin hissiyâtına dâhil olur. Bir darb-ı meselde dendiği gibi; “Para yılan gibidir, girdiği delikten çıkar.” Halkımız da; Haydan gelen huya gider.» diyerek bu hakikati ifade etmiştir. Malının ne kadar helâl ve temiz yoldan olduğunu anlayabilmek isteyenin, sarf yerini seyretmesi kâfîdir. Paranın kaderi; kişinin kaderine dâhil olur, onu yönlendirir. Herkes zanneder ki, ben parama hükmederek istediğim yere harcıyorum. Hâlbuki para; kazanılışındaki helâllik ve haramlık durumuna göre, lâyık olduğu yere gider; sahibinin iradesini de kendi gittiği yere doğru istikametlendirir. Yani hâkimiyet, çoğu zaman paradadır; sahibinde değil… Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur “Benim ümmetim dünyaya çok değer vermeye başladığında İslâm’ın heybet ve azameti onlardan alınır. İyiliği emredip kötülükten nehyi terk ettiklerinde vahyin bereketinden yani Kur’ân-ı Kerîm’i idrâk etmekten mahrum olurlar.” Süyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no 1610; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, III, 183/6070 Herkes, zekât ve infâkının ehline ulaşmasını arzu eder. Malı ehil kimselere ulaştırabilmek, onu helâl yoldan kazanmaya bağlıdır. Şu hâdise ne kadar ibretlidir ADRESİNİ BULUR… Ticaretle meşgul, zengin bir talebesi; Ebû Abbas Nihâvendî’ye geldi ve sordu “–Efendim, zekâtımı kime vermem daha uygun olur?” Ebû Abbas -kuddise sirruh-’ın cevabı kısa ve açıktı “–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” Talebe, hocasının tâlimâtını uygulamak üzere dolaşmaya çıktı. Çok geçmemişti ki dilenen bir âmâ gördü. Gönlü ona ısındı. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp eline tutuşturdu. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ, sevinçle oradan ayrıldı. Ertesi gün aynı yerden geçerken o âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken gördü. Talebenin işittiği sözler onu kahretti “Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhaneye gidip bir güzel demlendim…” Talebenin gönlü daraldı. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına koştu. Tam olan-biteni arz edecekti ki; Ebû Abbas onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi kendisine uzatıp; “Önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi veriver!” dedi. Talebe, içini dökemeden verilen vazifeyi yerine getirmek için oradan ayrıldı. Karşısına ilk çıkan şahıs delikanlı biriydi. Hiç de muhtaca benzemiyordu. Fakat hocasının sözünden çıkamazdı. Akçeyi bu gence verdi. Ancak içini kemiren bir merakla o şahsı takip etti. Delikanlı, şehrin kenar semtlerinden geçerken bir harabeye girdi ve elbisesinin altında sakladığı bir şeyi çıkarıp attı. Tam oradan ayrılacaktı ki, talebe önüne geçip sordu “–Ey yiğit! Allah için gizleme de hakikati anlat! Şuraya attığın şey nedir?” Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı tanımıştı. Mahcup bir şekilde gözleri yerde anlatmaya başladı “–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı!.. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey isteyemedim. Istırap içinde kıvranırken, çürümeye yüz tutmuş ölü bir keklik buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen gelip o akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek o yenemeyecek durumda olan kuşu mezbeleye bıraktım. Şimdi verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alıp çocuklarıma götüreceğim…” Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına döndü. Hazret-i Pîr, talebesinin bir şey anlatmasını beklemeden şöyle buyurdu “–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de dikkat ettiğin hâlde zekâtın, şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, aynı şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukābil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesinin hikmeti de; onun sırf el emeği ile kazanılmış olmasından, yani helâlliğindendir…” Diğer taraftan, temiz ve helâlden kazanıp, Allâh’ın rızâsını kazanmak niyetiyle infâk edilen sadakaların, zâhiren ehline ulaşmamış görünse de, ind-i ilâhîde nasıl bir makbûliyet sırrına vâsıl olduğuna, Peygamber Efendimiz’in anlattığı şu kıssa şahittir NİYET HÂLİS OLUNCA… “Vaktiyle bir adam; –Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.» dedi. Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün belde halkı; –Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Sana hamdolsun. Ben bugün de bir sadaka vereceğim.» dedi. Yine sadakasını alarak evinden çıktı ve onu bu sefer de bilmeden bir fâhişenin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Olur şey değil! Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Bir fâhişeye de olsa sadaka verdiğim için Sana hamd olsun. Ben mutlaka yine sadaka vereceğim.» dedi. O gece, yine sadakasını alıp evinden çıktı ve onu bu defa da bilmeden bir zenginin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Bu ne iştir! Bu gece de bir zengine sadaka verilmiş!» diye hayretle söylenmeye başladı. Adam; –Allâh’ım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine de olsa sadaka verebildiğim için Sana hamd olsun.» dedi. Bu ihlâsı sebebiyle uykusunda o adama; –Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.» denildi.”Buhârî, Zekât, 14 Bu kıssanın hissesi de, ne olursa olsun infaktan vazgeçmemenin zarûretini beyandır. Hayırların, mümkün mertebe; dindar, ağzı duâlı, takvâlı, gerçekten muhtaç olan fakat iffetinden dolayı kimseye el açmayan ehl-i îmânın eline geçmesi arzu edilir. Âyet-i kerîmede buyurulur “Yapacağınız hayırlar; kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”el-Bakara, 273 Yardım edilecekler içinde akrabaya, komşuya ve hemşehrîye de öncelik tanınır. Lâkin mâtemlerin civarındakilerin birtakım kusurları, hayırdan vazgeçmeye asla mazeret teşkil etmez. Biz nasıl Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine lâyık olmadığımız hâlde tâlip oluyorsak; bizim de; “Bu lâyık değil!” diyerek mahrumlara infaktan uzak olmamamız îcâb eder. İnfâkın, malın kaderini göstermesi hikmetini, büyük çapta da değerlendirmişlerdir. Bir milletin servetini sarf ettiği yere bakıldığında, o kazancın helâliyet durumunu tespit etmek mümkündür. İşte ecdâdın günümüze kadar devam etmiş vakıfları… HAYRAT MEDENİYETİ Samimî bir hayır yarışının tezâhürleri olan camiler, hamamlar, mektepler, medreseler, hankâhlar, kervansaraylar, kütüphâneler, imâretler ve çeşmeler… Susuz dilleri, aç karınları, boş dimağları, muhtaç gönülleri, mahrum kalpleri maddî ve mânevî ikramlarla doyuran sebiller… Onların hizmetlerinin devamından, niyetlerinin ihlâsını ve kazançlarının helâliyetini okumak mümkündür. Erbabı, böyle camilerde kılınan namazlardaki huşû farkını da hissetmektedir ki; bu mânevî atmosfer, mânevî açlık ve arayış içerisindeki turistleri bile çekmekte ve hayran hayran kendini seyr u temâşâ ettirmektedir. Tarihte geniş topraklara hükmetmiş firavun ve nemrutlardan, zulümlerinin, fânîliklerinin ve fânîlik karşısındaki acziyetlerinin birer nişânesi hükmündeki kasvetli mezarlıklardan başka bir şey kalmamışken; hayatlarını ilâ-yı kelimetullah, tâzim li-emrillâh, şefkat alâ-halkillâh» prensiplerine vakfetmiş sultanların, vezirlerin, cümle hayır sahiplerinin defterlerine hâlâ taptaze, canlı sevap kayıtlarının yazılmakta olması, gören gözler için ne ibretli bir tablodur. Firavunlar, daha yüksek piramitler yapmak için yarıştılar. Âd kavmi, tepesinden köleler atarak eğlendikleri kuleler dikmekte yarıştılar. Zâlim Roma hükümdarları; zayıf ve bîçâre ilk hıristiyanları, aslanlara parçalattırdıkları arenalar inşa etmekte yarıştılar. Kārunlar kendilerine dünyada hazin bir mezar toprağı, âhirette de ateşten birer damga olacak altınlar, gümüşler biriktirmekte yarıştılar. Sonra onlar ellerinde ne varsa bırakıp; yaptıkları israfların, sefâhatlerin, zulümlerin ve haksızlıkların hesabını vermek üzere mahşere yollandılar. Bu nazarla bakıldığında tarih, beşeriyete ne büyük bir ibret ve irşad âbidesidir! Üzerimizdeki güneş; bir müddet Firavunların, Hâmanların, Nemrutların, Âdların, Semûdların saraylarını, köşklerini, hazinelerini aydınlatan, sonra da harâbelerinin üzerine haşmetle doğan aynı güneştir. Peygamberler, sahâbîler, sâlih zâtlar ve ârif âlimler ise, hayırda yarıştılar. Faydalı ilimde yarıştılar. Nesli ihyâ için yarıştılar. Fedâkârlıkta yarıştılar. Hayır müesseseleri, maddî ve mânevî îmarda yarıştılar. İslâm sancağını, en ileri noktaya taşımakta yarıştılar. Gönülleri fethetmekte, kırık kalpleri sarmakta yarıştılar. Onlar; aynı yarış heyecanı içinde, hiç hız kesmeden hesap gününde de şimşekler gibi cennete vâsıl olacaklar. Hayır yarışından geri kalanların, cimrilik edenlerin, korkaklığa, bencilliğe, ahmaklığa dûçâr olanların süründüğü hengâmda; onlar yine herkesi geçecekler, uçup gidecekler. Herkes o gün anlayacak ki, onlar aslında vermediler; aldılar. Dağıtmadılar, topladılar. Kaybetmediler, kazandılar. Eksilmediler, çoğaldılar. Fakirleşmediler, zenginleştiler. Çünkü Cenâb-ı Hak yolundaki her infak, aslında Cömertler Cömerdiyle bir alışveriştir. Âyet-i kerîmede buyurulur SEVİNİN! “Allah; mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Bu; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O hâlde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, gerçekten büyük kazançtır.”et-Tevbe, 111 Ahmed bin Ebû Verd -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Üç şey vardır ki, bir velî kulda arttıkça güzel hâlleri de artar a. Makamı yükseldikçe tevâzuu artar. b. Ömrü uzadıkça hizmeti artar. c. Malı çoğaldıkça cömertliği artar.” Dünyada bir yarışma olsa; insanlar ödüllere bakarlar, mükâfâtı verecek kuruluşun şöhret ve kudretine nazar ederler. Yarışmalara iştirak; verilen mükâfâta ve yarışmayı îlân eden müessesenin gücüne göre olur. Cenâb-ı Hak soruyor “Vadini yerine getirmekte Allah’tan daha sâdık kim vardır?” Rabbimiz; Hanginiz en güzel amelde bulunacak?»el-Mülk, 2 davetiyle bir müsabaka, bir imtihan îlân etti. Kazananlara vereceği mükâfat öylesine muhteşem ki; onu ne bir göz gördü, ne bir kulak işitti, ne bir muhayyile onun hayalini kurdu. Zira; “Allah’tan daha cömert kim vardır?” O’nun dînine yardım bizim vazifemiz. Âyet-i kerîmede buyurulur “Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a Allâh’ın dînine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”Muhammed, 7 O’nun kulları bize zimmetli. Eğer vazifemizi ve mesûliyetimizi yerine getirirsek, O da bize karşılığını verecek. “Allah’tan daha vefâlı kim vardır?” Cenâb-ı Hak, bizleri; Habîbi’ne ümmet, Kitâbı’na vâris olmak imtihanında en muvaffak kulları olan ashâb-ı kiram ve evliyâ-yı ızâm hazerâtının hâllerinden hissedâr eylesin. Hayırda yarışan, ihlâs ile infak yolunda koşan, nefsinin ve şeytanın engellerine takılmadan hayrın kemâline, Rabbin Cemâl’ine vâsıl olanlardan eylesin. Âmîn!..
Hz. Muhammed sav insanların en cömertiydi. Kendisinden bir şey istendiğinde asla "hayır" demezdi. Malını Allah'ın rızasını kazanmak için infak eder, ashabını da teşvik ederdi. Sahabeler de mallarını İslam için harcamakta acele ederdi. Birbirlerini bu konuda teşvik eder ve hayırda yarışırlardı. Sizler için Resulullah ve ashabının hayatından cömertlik konusunda örnekleri derledik. Giriş Tarihi 1633 Güncelleme Tarihi 1411 📌 İnfak Sözlükte "tükenmek, tamamlanmak, son bulmak" manasındadır. Terim anlamı ise bir Müslüman'ın Allah'ın rızasını kazanmak için malı, bedeni ve aklı ile İslam'a yardımda bulunmasıdır. İnfak etmek kişinin üzerine farz olan bir vazife değildir. İnfak, zekat ibadetinden daha kapsamlı bir kavramdır. Kur'an'ı Kerim'de birçok yerde Allah, infak etmenin müminlerin özelliklerinden olduğundan bahseder ➡ Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah ihsanı bol olandır, bilendir. Bakara, 261 Bakara suresi 261. ayetinin tefsiri 📙 ve meali 🔊 İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Kasas, 54 Kasas suresi 54. ayetinin tefsiri 📙 ve meali 🔊 Sahabelerin cesareti ve kahramanlıkları 2 10 PEYGAMBERİMİZİN CÖMERTLİĞİ 📌 Hz. Muhammed sav insanlara ve ashabına karşı çok cömertti. Daima ashabını kendi nefsine tercih eder, onların hakkını gözetirdi. Eğer insanlar Nebi'den sav bir şey isterse asla onlara hayır demezdi. Eğer yanında bulunan bir şey varsa isteyenin ihtiyacını görürdü. Yanında bir şey bulunmadığında ise isteyen kimsenin borcunu üstlenirdi. Abdullah İbn-i Abbas'ın rivayet ettiği bir hadiste Cebrail Peygamberimiz için şöyle demiştir " Allah'ın Resulü, bereket getiren rüzgarlardan daha cömerttir." Bir gün bir kadın Allah'ın Resulü'ne sav geldi ve elindeki elbiseyi göstererek şöyle dedi "Ben bu elbiseyi Arapların en şereflisine vermeye niyet ettim." Resulullah ashabından bir genci kendi nefsine tercih etti ve şöyle dedi "Sen o elbiseyi bu çocuğa Said bin As'a ver." buyurdu. Said, orada ayakta duran genç bir delikanlıydı. Abdullah bin Mesud kimdir? Abdullah bin Mesud'un hayatı 3 10 İNSANLARI CÖMERT OLMAYA DAVET EDERDİ 📌 Allah Resulü sav insanları cömertliğe, malları Allah yolunda infak etmeye çağırırdı. Cömertliğin cennetten bir ağaç olduğunu belirtirdi. Bu dünyada yapılacak iyiliklerin, ahirette Müslümanlar için fayda sağlayacağından bahsederdi. Nebi sav ilk hutbesinde ashabına şu tavsiyelerde bulundu ➡"Ey insanlar, Allah sizin için din olarak İslam'ı seçti. O halde, birbirinize karşı cömert ve iyi muamele edin. Şunu iyice bilin ki, cömertlik bir cennet ağacıdır. O ağacın dalları dünyadadır. Sizden kim cömertlik yaparsa, o ağacın bir dalından tutar da Allah onu cennete sokar. Yine bilin ki, cimrilik bir cehennem ağacıdır. Onun da dalları dünyadadır. Sizden kim cimrilik ederse o ağacın bir dalından tutar da Allah onu cehenneme sokar. Allah yolunda cömert olun! Allah yolunda cömert olun! Allah yolunda cömert olun!" Dört halifenin hutbelerinden öğütler 4 10 ENSARIN MUHACİRLERE YÖNELİK CÖMERTLİĞİ 📌 Müslümanlar Medine'ye hicret edince Hz. Muhammed sav muhacir ve ensarı birbirine kardeş kıldı. Mekkeli Müslümanlar mallarını Mekke'de bıraktıkları için onlara ensar yardım ediyordu. Muhacir kardeşleriyle mallarını paylaşıyor, topraklarında yetişen mahsullerden onlara da pay veriyorlardı. Ensar bir gün Nebi'nin sav yanına gelerek şöyle dedi "Hurma mahsulünü, bizimle kardeşlerimiz arasında paylaştır." Hz. Peygamber sav "Hayır paylaştıramam." buyurdu. Bunun üzerine muhacirler, ensara hitaben "Sizin mahsulünüze ortak olduğumuz halde, bize bir mükellefiyet yüklemeyecek misiniz? Bize bir iş vermeyecek misiniz?" Onlar da "Biz emredileni dinleyip, ona itaat ediyoruz, ne diyelim." diye cevap verdi. Cömertlikle ilgili ayet ve hadisler 5 10 📌 Medineli Müslümanlar, Mekke'den hicret eden Müslüman kardeşlerine her konuda yardım ettiler. Kendilerine ganimetten pay verildiğinde ilk önce muhacir kardeşlerine verilmesini istediler. Bu iyilik yarışından etkilenen muhacirler, bütün iyilikleri ensarın aldığını düşünerek Nebi'nin sav yanına gelerek şöyle dedi ➡ "Ya Resulullah! Yanlarına geldiğimiz kavmin emsalini görmedik. Ellerinde az bir şeyleri olsa, bizimle paylaşıyorlar. Bolluk içinde olurlarsa da, bol bol veriyorlar. Çalışmalarına iştirak ediyor, mahsule de ortak oluyoruz. Bütün sevap ve mükafatı onların almasından korkarız." Allah'ın Resulü sav "Hayır, onları övdüğümüz ve onlara hayır dua ettiğiniz müddetçe, siz de aynı sevaba müstehaksınız." buyurdu.
Kuranda İnfak İle İlgili Ayeti Kerimeler KURANDA İNFAK ÂYETLERİ Onlar ki gaybe iman edip, namazı doğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan, Allah yolunda minnet etmeden harcarlar Bakara 2/3. Burada, Allaha samimiyetle inanan müminlerin başlıca özellikleri sayılırken iman ve namazın ardından infak zikredilmiştir. Yüzlerinizi bazen doğu, bazen batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. İyilik yapanlar o kimselerdir ki; Allaha, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekâtı verirler Bakara 2/177. Ey Muhammed! Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana, baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir Bakara 2/215. Burada, infakla ilgili öncelik sırasına işaret edilmekle birlikte âyetin sonundaki ifadeden asıl önemli noktanın hayır yapma arzusu ve niyeti olduğu anlaşılmaktadır. Ey Muhammed! Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki İhtiyaçtan fazlasını infak edin Bakara 2/219. Ey iman edenler! Kendisinde hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcayın Bakara 2/254. Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah dilediğine daha da katlar. Allahın rahmeti geniştir. O her şeyi bilir. Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rabbleri yanında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir Bakara 2/261-262. Âyette geçen Allah yolunda infak tabiri, öncelikle ülkenin savunması için gerekli maddi yardımda bulunmayı ifade etmektedir. Ancak bu tabirin geçtiği birçok âyet ve hadisin birlikte değerlendirilmesinden çıkan sonuca göre Allaha itaat ve ibadet niyeti taşıyan, İslama ve Müslümanlara fayda ve destek sağlayan her harcama Allah yolunda infak sayılmaktadır. İslam medeniyet tarihinde de böyle bir niyet taşıması şartıyla ülkenin savunması, hac hizmetleri, yoksulların desteklenmesi; okul, kütüphane, cami, yol, köprü, çeşme, bakımevleri gibi hayır kurumlarının tesisi, hatta tabiatın korunup geliştirilmesine kadar çok çeşitli hizmetler için yapılan her türlü harcama Allah yolunda infak kapsamında değerlendirilmiştir. Ayrıca Kuranda genellikle iyiliklerin sevabı bire on olarak gösterildiği halde, Allah yolunda infâkın sevabının bire yediyüz olduğu bildirilmiştir. Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki Allah, sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır Bakara 2/267. Her ne çeşit nafaka verdinizse veya her ne türlü bir adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir Bakara 2/270. Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz. Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden bir şey istemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir. Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu; işte onların Rabbleri katında ecir ve mükâfatları vardır. Onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar Bakara 2/272-274. Bakara 2/261-274. âyetlerinde infakın önemi, amacı, hangi mallardan kimlere ve nasıl verileceği, karşılığında vaat edilen ödüller ayrıntılı biçimde ortaya konmuştur. Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez Bakara 2/276. Onlar ki, Ey Rabbimiz! Biz inandık, iman getirdik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru! derler. O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o el pençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları görür Âl-i İmran 3/16-17. Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir Âl-i İmran 3/92. Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allahtan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. O Allahtan hakkıyla korkanlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler Âl-i İmran 3/133-134. Bunlar, Allaha ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allahın verdiği rızıktan gösterişsiz harcasalardı kendilerine ne zarar gelirdi? Allah onların söz ve işlerini çok iyi bilendir Nisâ 4/39. Bir sadaka vermeyi, bir iyilik yapmayı veyahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki hariç, onların aralarındaki gizli gizli konuşmalarının çoğunda hiçbir hayır yoktur Nisâ 4/114. Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını artırır. Yalnızca Rabblerine tevekkül ederler. Onlar ki namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar Enfâl 8/2-3. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız Enfâl 8/60. Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, Yahudi hahamları ile Hıristiyan rahiplerinin birçoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarf etmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele! O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak. Onlara, İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını denilecek Tevbe 9/34-35. Yine bedevilerden kimi de vardır ki, Allaha ve ahiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklara ve Peygamberin dualarını almaya vesile sayar. Gerçekten de bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmeti içine koyacaktır Tevbe 9/99. Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin, tertemiz edersin Tevbe 9/103-104. Onların Medine halkı ve civarındaki bedevilerin, Allah yolunda yaptıkları küçük veya büyük her harcama veya geçtikleri her vadi karşılığında, yaptıkları işin daha güzeliyle Allahın kendilerini mükâfatlandırması için sevap yazılmaması mümkün değildir Tevbe 9/121. Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar. Çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akıbeti kendilerinin olacak olanlardır Rad 13/22. İman eden kullarıma söyle Namazı dosdoğru kılsınlar, alışveriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan açık ve gizli harcasınlar İbrahim 14/31. Allaha itaat eden alçak gönüllüleri müjdele. Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer. Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar Hacc 22/34-35. İşte onlara Kurandan önce kendilerine kitap verdiklerimize, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için harcarlar Kasas 28/54. Allahın sana verdiğinden Onun yolunda harcayarak ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allahın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara iyilik et Kasas 28/77. Onların yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit içinde Rabblerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayır yolunda sarf ederler Secde 32/16. De ki Gerçekten Rabbim kullarından dilediği kimseye rızkı hem genişletir, hem daraltır. Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine başkasını verir. Hem O, rızık verenlerin en hayırlısıdır Sebe 34/39. Allahın kitabını okuyan, namazı kılan ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar Fâtır 35/29. Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise, iman edip sadece Rabblerine güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. O iman edenler, büyük günahlardan ve hayâsızlıktan kaçınırlar. Onlar öfkelendikleri zaman kusurları bağışlarlar. Onlar, Rabblerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar Şûra 42/36-38. Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder ve kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez. Eğer sizden onların tamamını isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Bu da sizin bütün kinlerinizi ortaya çıkarırdı. İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama cimrilik eden ancak kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer siz haktan yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar Muhammed 47/36-38. Ama takva sahipleri bahçelerde, pınar başlarındadırlar. Rabblerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan kimselerdi. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar seher vakitlerinde Allahtan bağışlanma dilerlerdi. Onların mallarında isteyen ve istemeyen yoksullar için bir hak vardı Zariyat 51/15-19. Allaha ve Rasulüne iman edin. Sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden harcayın. Sizden, inanan ve harcayanlar için büyük mükâfat vardır Hadid 57/7. Kurana göre bütün mülk mal ve zenginlikler Allahındır. İnsan, o mülk üzerinde yaşar, onu kullanır, geçimliği için harcar, sonunda o mülkün nöbetini başkasına bırakır ve ahirete gider. İnsanlardan bazıları çok mala sahip olabilir, bazıları da muhtaç olacak kadar az mala sahip olabilir. Kimileri hasta ve sakatlık yüzünden yeteri kadar mal kazanamaz. Üstelik çok mala sahip olmak bir imtihan sebebidir. Allah c insanları ilimle, sağlıkla, malla, geniş imkânlarla, çocukla sınamaktadır. Malı insana veren Allah, bu maldan muhtaçlara ve elimizin altındakilere de vermemizi emretmektedir Nûr, 24/33; Hadid, 57/7. Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allahındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür Kimdir o, Allaha güzel bir borç verecek olan ki, Allah da onun verdiğini kat kat artırsın ve onun için şerefli bir mükâfat da versin Hadid 57/10-11. Ve onlardan önce o yurda yerleşen ve imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir hasislik duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir Haşr 59/9. Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allaha ve Rasulüne inanırsınız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz sizin için en iyisi budur. Eğer böyle yaparsanız, Allah sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur Saff 61/10-12. Birinize ölüm gelip de Rabbim, beni yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayın. Allah süresi geldiği zaman hiçbir canı ertelemez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır Münâfıkûn 63/10-11. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allahın yanındadır. O halde gücünüzün yettiği kadar Allahtan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Eğer Allaha güzel bir borç verirseniz, Allah onu sizin için kat kat yapar ve sizi bağışlar. Allah çok mükâfat verendir, halimdir Teğâbun 64/15-17. Doğrusu insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu cimrilik eder. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar. Onların mallarında belli bir hak vardır, hem isteyen için hem de istemekten utanan yoksul için Meâric 70/19-25. Kurana göre, varlıklı Müslümanların mallarında yoksulların hakları vardır. Zariyât, 51/19; Meâric, 70/24-25. Bu bir yardım seferberliğidir. Bu seferberliğe; özelde tasadduk, zekât, fıtır sadakası, kurban, hediye, iare kullanma amacıyla verme, vakıf, devlet bütçesinden maaş bağlama vs. ve genelde infak adı verilmiştir. Her nefis kendi kazancına bağlıdır. Ancak amel defterleri sağından verilenler hariç, onlar cennettedirler, sorup dururlar, suçluların durumunu, Nedir sizi Sekara sokan? diye. Suçlular derler ki Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula da yedirmezdik Müddessir 74/38-44. Kuşkusuz iyiler de karışımı kâfûr olan dolgun bir kadehten içerler. Allahın kulları ondan içerler, onu güzel yollar açarak akıtırlar. O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar. Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler; Size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz İnsan 76/5-9. Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi. Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir? Köle azat etmek veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir, Yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir şeyi olmayan yoksula Beled 90/11-16. En çok korunan ise, ondan uzaklaştırılacaktır. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir Leyl 92/17-18.
allah yolunda infak ile ilgili kıssalar